31 Ekim 2011 Pazartesi

bir zamanların UNKAPANI şimdinin Çağdaş Türk Sanatı (mı?)


Geçenlerde İZ Tv'de izlediğim "Unkapanı" belgeselinin bana düşündürdükleri üzerine yazmak istiyorum. Belgesel her şeyden önce son derece çarpıcı ve anlamlıydı. Neden mi?

Çünkü sadece geçmişe dönmekle kalmadım, aynı zamanda geçmişte yaşanan olayların benzerlerinin günümüzde de yaşandığını hissettim. Belgesel İMÇ'nin (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) tarihi ve kurulma süreçlerini içeren geniş bir yelpazeden evreler halinde sunuldu. Zamanının en önemli alışveriş merkezlerinden biri olmaya aday olan İMÇ görkemli açılışının ardından, zaman içerisinde büyük bir müzik endüstrisinin kalbi haline gelecekti.
Nasıl mı?
Plak şirketlerinin zamanla bu tarihi alışveriş merkezinin içindeki küçük dükkanları kiralayarak buraları stüdyolara dönüştürmeleri ve insanlara şöhret vaad etmeleriyle.
Uzun bir dönemi kapsayan bu süreçte, İMÇ'nin tozunu kimler yutmadı ki: İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Orhan Gencebay, Özcan Deniz, Küçük Emrah, Küçük Ceylan ve daha kimler kimler...
Bu dönemin en görkemli günlerinde daha çok taverna ve arabesk müzik ihraç eden Unkapanı (az da olsa rock, pop vb. dallar da mevcuttu) Türkiye'nin müzik endüstrisinin merkezi olarak kabul ediliyordu. Plak şirketlerinin anlattığına göre; gençler, yaşlılar herkes bir ümit ile Anadolu'nun her yerinden eline sazını kaptığı gibi Unkapanı'na akın ediyordu. Sesine güvenenler müzik endüstrisinin bir parçası olmak, parayı, şöhreti yakalamak için canla başla bir rekabetin yaşandığı Unkapanı’nda ses getirmeye çalışıyor, plak satmak için uğraşıyorlardı. Kimilerine göre; şöhretin kapıları Unkapanı’ndan geçiyordu. Bu dönem, Yeşilçam'da da çokça karşımıza çıkar. Belgeselde yapılan röportajlarda MFÖ'nün bir parçası olan Fuat'ın bu dönem üzerine söyledikleri dikkat çekicidir. Benim anladığım kadarıyla Fuat, Unkapanı'nın bu yaygın ve merkezi etkisine katılmakla birlikte, plak şirketlerinin aslında birer ticaret yeri olmasından dolayı pek çok sanatçı adayının da sömürüldüğünün altını çizer. Yine benim anladığım kadarıyla şarkıyı söyleyen şarkıcıdır ama parayı cebe indiren plak şirketidir ve plak şirketlerinin başlarında çoğunlukla parayı seven, hızla yükselip, hızla kazanma politikası güden bir patron profili hakimdir. Orhan Gencebay bu duruma daha politik bakar ve her yerde olduğu gibi Unkapanı'nda iyilerin de, kötülerin de yer aldığını söyler ve ekler: “Unkapanı genel görüntüsü ile Türkiye'nin önemli bir merkezi, sektörün kalbidir, değerlidir.”
Bana kalırsa, Türkiye'nin büyük bir problemi olduğunu düşündüğüm (kaderci, göçe teşvik eden, sürekli olumsuz bir enerji aşılayan bir toplum tasarlaması yüzünden) arabesk kültürün bir dönem bu denli hızla yükselmesi ve kültürel olarak hayatlarımızı istila edip ele geçirmeye başlamasında Unkapanı'nın büyük payı vardır. İnternetin olmadığı, iletişimin zayıf olduğu bir ülkede, ülkenin yerel potansiyeli ile yapılan bu arabesk, taverna kültürü halkı bütünüyle ele geçirebiliyordu.
Unkapanı'nda bir plak şirketi sanatçısına yeni bir albüm yaptığında, öncelikle taksiciler ve dolmuşçular olmak üzere büyük bir kitle bu albümü edinmek için uzun kuyruklar oluşturuyordu. İMÇ'nin tüm katlarında deneme provaları, saz eşliğinde arabeskler, kayıt odaları, gelenler, gidenler derken büyük bir yoğunluk hakimdi. Plak şirketleri patronları Mercedesler altlarında geziyorlar, elleri telefonda sürekli birilerini ünlü yapıp, onların üzerinden para kazanmaya çalışıyorlardı. Binlerce kaset, plak, cd her gün bir yerden bir yere taşınıyor, zengininden fakirine herkes yeni çıkacak yetenekleri bekliyordu. Arabesk ağırlıklı döneme Unkapanı'nın ve Türk arabesk müziğinin altın çağı da denebilir. O zamanlar yükselen değer, moda olan; Arabesk'ti, hızla yükselmek ve hızla kazanmaktı. Böyle bir dönem üzerine anlatılanlar, deneyimlenenler, yaşananlar, gerçekten de Türkiye'nin bir dönemine ışık tutar ve hatta günü anlamamızda da önemlidir. Ancak ne olduysa korsan müzik endüstrisi, internet teknolojisi derken Unkapanı o eski görkemli halini arar oldu. Şu an ne ünlü olmak için Unkapanı’na gitmek gerekiyor, ne de albüm yapmanın yolu sadece plak şirketlerinin başlarındaki o patronlardan geçiyor. Dünya artık o eski dünya değil, günümüzde facebook, twitter gibi sosyal paylaşım alanları üzerinden devrim bile yapılıyor. Gençler daha kozmopolit bir kültürde yaşıyor, kendi özel alanı içinde genele ulaşabiliyor, ne artık tek merkez var ne de tek doğru zaman. Kurallar ve yöntemler çok değişti. ANCAK !
Bir zamanlar Unkapanı'nda olduğu gibi, ülkemizde bazı konular, bazı zamanlarda son derece modalaşmaya devam ediyor. Vitrinler ışıl ışıl moda ürünleri ile dolup taşabiliyor. Bu durumun, günümüz Türk resim - heykel - güncel sanat alanlarını da istila ettiğini görüyoruz. Unkapanı tek merkezli bir alandı, şimdi iletişimin ve ekonomik gücün de desteğiyle İstanbul'da farklı merkezler çekim alanı oldu: Beyoğlu - Nişantaşı - Tophane - Akaretler - Karaköy gibi. Bu merkezlerde gün geçmiyor ki, bir yeni sanat galerisi açılmasın. İstanbul için trend haline gelen sanat piyasası Unkapanı gerçeğini hatırlatıyor. Sanki galeriler yeni plak şirketleri, ün şöhret peşinde koşan genç sanatçıların da ellerinde sazları yok ama portfolyoları var.
Galerilerde her gün sunumlar yapılıyor, deneme işleri alınıp veriliyor, sanatçının para edip etmeyeceğine bakılıyor. En köklü galeriler bile genç sanatçı sömürüsü peşinde ! işini satamayacakları bir sanatçı ile çalışmaya yanaşmıyorlar... Yanlış anlaşılmasın, Unkapanı kültürünü sanat dünyasının entellektüel aurası ile karşılaştırmıyorum. Ancak yine de, yüksek düzeyde bilinç ürünü olan ve felsefi olarak kişinin kendini gerçekleştirme süreci olan sanatın, salt kazanç ve popüler kavramlar (moda, vitrin, ün, şöhret vb.) üzerinden manuple edilmesi, galerilerin tekelciliği ve sanatçılar ile imzaladıkları sözleşmeler, kontratlar, sanatçıları bağımlı hale getirme stratejileri, vaad edilen şöhret dünyası vb. durumlar akla gelen Unkapanı halleri.
Unkapanı'nda plak şirketlerinin albümlerini sattığı sanatçıların satış rakamları rekor kırarken, şimdi "çağdaş sanatçıların" işleri satış rekorları kırıyor.
Elit Fuarların, klas galeri mekanlarının, partilerin, açılışların, kokteyllerin arkasında sıkı bir eleştiri mekanizması olmadığı takdirde, sağ duyudan uzak, salt kazanç uğruna yapılan hamleler ve yaratılan imitasyon sanatçılar ve ortam, bir zamanlar Unkapanı'nın iğne atsan düşmeyecek durumunu hatırlatıyor bizlere.
Tabii ki Unkapanı ve günümüz çağdaş sanatı karşılaştırması tam doneleri ile birbirini karşılayan bir kıyaslama değildir. Öncelikle Unkapanı'nın müşterisi halktır - Galerilerinki ise ülkenin ağırlıklı olarak entellektüel burjuva sınıfıdır. Günümüzde küresel sanat piyasanın (New York, Londra, Berlin, Tokyo, Dubai gibi kentler) sanat stratejileri aynen Türk güncel sanat piyasasında da uygulanır.
Dikkat edilmesi gereken husus; akademilere, eleştirmenlere, sosyologlara, felsefecilere kulak kabartmak yerine, sanatın sadece galerilerin ve sanat piyasasının nabzına bırakılması durumunda ileriye dönük balon, imitasyon dolu bir sanat tarihi olarak belleğimize kazınabilecek ikinci bir Unkapanı travması yaşanmaması için dikkatli olmak gerektiğidir.

9 Eylül 2011 Cuma

ART BEAT


ART BEAT kapılarını 14 eylül'de Lütfi Kırdar Fuar alanında açacak.
Ben de Macart galeri ile katılıyorum.

28 Nisan 2011 Perşembe

"İstila" Başlıklı Sergime Davetlisiniz !


"İSTİLA 04.05.11 - 04.06.11"


BASIN BÜLTENİ

İstila kelimesi “Bir ülkeyi silah gücüyle ele geçirme” karşılığını taşımakla birlikte “yayılma, kaplama, sarma, bürüme” anlamlarını da taşımaktadır. Bu anlamlar üzerinden bakıldığında istilanın boyutları çok katmanlıdır; direkt bir eylem özelliği taşıyan istilanın ikinci bir yüzü vardır: “gizli istila”. Gizli istila, farkında olmadan hayatınızın her alanına sızan ve kuşatan kültürel bir eylem türüdür, Sessiz sedasız yaşamınızın odağına yerleşir, siz farkında bile olmadan tüm savunma mekanizmanızı pasifize eder ve güncel yaşam pratiğinizde tüm eylemlerinizi belirleyen bir çerçeve oluşturur.

İstilacı ve istila edilen iki ayağıdır istilanın. Bir istilacının doğrudan kullandığı silahlar, en ilkel baltadan günümüzde kullanılan lazer güdümlü füzelere kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içerir: “Öldürebildiğin kadar öldür ve istila et” İstila edilen ise eylemin direkt tanığıdır. Gizli istila ise bir takım gizli nesnelerin, yaşam kültürüne saldırısı ile ortaya çıkmaktadır. Bu noktada istilacının kimliği örtük, istila edilen ise saldırıya açıktır: “Yaşatabildiğin kadar yaşat ve istila et”
Önemli olan nokta, nasıl yaşattığındır. Günümüzde savaş her yerde, istila da her alanda kendini göstermektedir. Sun Tzu’nun “Savaş sanatı”nın 20. yüzyılın sonlarından itibaren ekonomi ve iş dünyasında da kullanılmakta olması, savaş stratejilerinin gizli istila yöntemlerinde de kullanılması durumunun açık kanıtıdır.
Bu kavramlar üzerinden yola çıkılarak hazırlanan “istila” konulu sergi; kültürel alanda hayatın her alanına nüfuz eden gizli istilaya vurgu yapmakta ve bu yolda kullanılan bazı silahlar, yöntemler ve sonuçları, yapıtlar üzerinden bir takım eğretilemelerle tartıştırmayı amaçlamaktadır. Bu tartışmalar bir deşifrasyonu içermekten çok gizli, istilaya dair seçilmiş ipuçlarıyla gerçekleştirilmektedir.
Sergide yer alan işler ipuçlarının, Gratel’in kaybolan ekmeklerinin değil, dönüş yolunun bulunabilmesi için izlenebilecek zamana düşülmüş taşlar olabilmesini hedeflemektedir.

Sergi Pazar Hariç hergün 10:00-19:00 arasında görülebilir.



MAC ART GALLERY

Mim Kemal Öke Cad. No:23/3-4 34367 Nişantaşı İstanbul
Tel: +90 212 343 85 40-41
Fax: +90 212 343 85 42
open everyday except sunday
between 10 am and 7 pm
Açılış Saatleri : Pazar hariç hergün 10:00-19:00 arası

11 Mart 2011 Cuma

FREE THOUGHTS FOR FREE PEOPLE


Blogspota uygulanan erişim yasağı nedeniyle - http://firatengin.tumblr.com/ adresinden yazılarımı ve diğer paylaşımlarımı takip edebilirsiniz.

En kısa zamanda tekrar bu adreste görüşebilmek dileğiyle...

17 Şubat 2011 Perşembe

DOĞA CENNETSE, KENT CEHENNEMDİR




Doğa Cennetse Kent Cehennemdir başlıklı sergi ile 25.02.11'de Ankara - CERMODERN'deyiz....

Doğa Cennetse Kent Cehennemdir *



Toplumsal eşitsizliğin yarattığı sınıf farkının, mekan ifadelerinde sunulmasıyla yan yana gelen hayatlar bir tür sıkışma, gerilim ve çatışma yaşamaktadır. Bununla birlikte her mekan kendi sınıfını yarattığı gibi, bu sınıfın işaretlerini, trendlerini, kodlarını içinde taşımaktadır. Birbirinden ayrılma, birbirini dışlama durumunun bir duvarla gerçekleştiği yada mekanın kendisinin bu özerk alanları ...yarattığını söyleyebiliriz. Diğerinden ayrılan ve kapalı bir topluluk formuna dönüşen bu yerleşme türlerinde izole edilmiş yaşamlar kendi iktidarlarını da seçerek, duvarın diğer tarafında kalanlara mesafesini koymuştur. Kent parçalara ayrılmış, ortak alan olarak değerlendirebileceğimiz kamusal alanlar işlevini yitirmiştir. Dolayısıyla kentte lokal alanlar ve bu alanlarda kutuplaşan, birbirinden uzaklaşan topluluklar oluşmaya başlamıştır. Bu ayrımı en basitinden zamanlarının farklılığından görebiliriz. Burada zaman mekanın içine taşınır ve zamanını da belirleyen moda kavramıdır. En yeni olan en ileride olandır. Kapitalizmle ilişkili olan moda kavramı zaman olgusunu kullanarak mekanlara sızar. Böylelikle mekanlar iktisadi bir anlamla ilişkilenir ve temel itici gücünü kazanır. Kentler önceleri birçok değişik coğrafyadan gelen, toplanılan alanlarken şimdi ayrışan ve birbirine temas etmeyen gruplara bölünmüştür. Bu ise kentin oluşumuna çelişkili bir durumu yaratmaktadır. Birbirine bu kadar yakınken uzak olma hali, diğerinin yaşamına kayıtsız kalma refleksini de geliştirmiştir. Kent, içinde barındırdığı farklı ırk, din, dil, kavramlarının üzerinde sınıfsal farka dayalı mekan ayrımcılığıyla tanımlanabilecek yeni sosyal grupları doğurmaktadır. Bu sosyal gruplar mekansal ayrımlarla kendi içlerinde homojen yeni bir kimlikle kentin içinde ayrılmaktadır. Ne zaman ki karşılaşmanın zorunlu olduğu hallerde mekansal olarak ayrımlaşan sosyal gruplarda çatışma da kaçınılmazdır. Charles Baudlaire göre kent doğa gibi hakiki değil sahtedir sunidir; tanrısal değil şeytanidir. Kahramanlarıda lanetlidir, kötüdür, çirkindir. Doğa cennetse, kent cehennemdir.

* Charles Baudelaire

Sanatçılar:

Ali Alışır/Ali Kazma/Ali Taptık /Anna Heidenhain/Ayça Telgeren/Başir Barlakov/Burcu Perçin /Cem Sonel/Erdal Duman/Erinç Ulusoy/Ersin Ersinhan/Fırat Engin/Gözde İlkin /Güneş Terkol/Hatice Çiçe/İrem Tok/İrfan Önürmen/Jose M. Rodrigues/Lütfi Özden/Mehmet Ali Uysal /Mümtaz Demirkalp/Mustafa Duymaz/Nejat Satı/Olcay Kuş/Onur Gülfidan/ Serap Öney/Serkan Demir/Şevket Arık/Volkan Aslan/Yaşam Şaşmazer /Zoe Baraton

Yazarlar:

Achim wagner /Ali Artun / Aydın Gelmez / Barış Acar / Bora Erdağı / Cana Bilsel / Ersin Vedat Elgür - Mehmet Ali Uysal / Fırat Arapoğlu / Savaş Ergül / Şevket Arık / Şinasi Tek / Utku Özmakas / Yeşim Uysal


Sergiyi düzenleyen: YAYGARA Güncel Sanat İnisiyatifi
___________________________________________________________________________
Sergide yer alacak kendi çalışmam ile ilgili detaylı bilgi www.firatengin.com - da....

sevgiler....